HEKİMİN MALPRAKTİS SORUMLULUĞU
Malpraktis, bir meslek mensubunun mesleğini icra ederken zarara yol açan kusurlu hareketleri olarak tanımlanabilir. Tıp biliminde malpraktis kavramı ise hekim ve diğer sağlık personellerinin sağlık hizmetlerini sunduğu esnada zarara sebebiyet veren kusurlu hareketleridir olarak ifade edilebilir, tıbbi hata olarak özetlenebilir.
Hekimlik Meslek Etiği Kuralları 13. Maddesi’nde tıbbi malpraktis: “Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik sebebiyle bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulaması” şeklinde tanımlanmıştır.
Malpraktis gerekli özenin gösterilmediği, tıbbi standartlara uygun müdahalede bulunulmadığı, bilgi ve deneyim eksikliği gibi nedenlerle ortaya çıkabileceği gibi, müdahalenin yapıldığı ortamın fiziki şartları, kullanılan tıbbi malzemelerin kalitesi ve tıbbi standartlara uygun olup olmadığı, ekibin yeterli olup olmadığı gibi hekim dışındaki faktörler sebebi ile de meydana gelebilir.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nde de tıp gereklerine ve tıpla ilgili mevzuat hükümlerine aykırı veya aldatıcı teşhis ve tedavi yapılamayacağı, tıbbi gereklilikler dışında müdahalede bulunulamayacağı belirtilmektedir.
Burada hem tıbbi standart ifadesinden neyin kastedildiğini, hem de dikkat ve özen yükümlüğünün derecesini belirlemek gereklidir. Tıbbi standart, tedaviye yönelik daha önce denenen ve ispatlanan, tıp biliminin gelişim sürecinde hekimlik tecrübesi içerisinde kabul görmüş en güncel yöntemler olarak tanımlanabilir. Bu standardın olmadığı yerde tecrübesizlik veya ihmalden bahsedilecektir. Hekimin ve diğer sağlık personellerinin dikkat ve özeninden kasıt, kendi alanında çalışan ortalama bir sağlık çalışanın, ülkenin sağlık standartları ve tıbbi standartlar düzeyinde göstermesi gerekli özen ve dikkattir. Hekim ve diğer sağlık çalışanları, kendilerinden beklenen bu özen ve dikkati göstererek ve ülkelerinin sağlık standartlarına uygun hareket ederek çalışmasını gerçekleştirdiği takdirde sonuç beklenenden farklı çıksa da sorumluluk doğmayacaktır.
Malpraktis çoğu zaman komplikasyon ile karıştırılmakta ve ikisinin birbirinden ayırt edilmesi zor olabilmektedir. Her tıbbi müdahale risk taşımaktadır, bu nedenle ilk önce ikisinin farklarına değinip akabinde malpraktisin ortaya çıkabileceği müdahalelere değineceğiz.
Komplikasyon, bir hastalığın veya tıbbi tedavinin ön görülebilen ancak istenmeyen, mevcut hastalığın ağırlaşmasına neden olan veya diğer organları etkileyen yeni şikayet ve bulguların ortaya çıkması olarak tanımlanabilir. Her tıbbi müdahale birtakım riskleri de taşıyabilmektedir, gerekli tüm özen ve dikkatin sağlanması, tıbbi standartlara uygun hareket edilmesine karşın bu risklerin vuku bulması hekim hatası olarak değil komplikasyon olarak değerlendirilecektir. Ancak komplikasyon durumu her ihtimalde hekimin sorumluluğunu doğurmayacaktır denilemez, hekim öngörmesi kendisinden beklenen komplikasyonlar konusunda hastayı anlayabileceği düzeyde aydınlatmalı ve yapılacak müdahale noktasında hastanın onayını almalıdır, aksi halde komplikasyonun meydana geldiği durumlarda da hekimin sorumluluğundan bahsedilecektir.
kişinin geçirdiği lomber disk ameliyatı sonrasında gelişen spondilodiskitin, seyrekte olsa her türlü özene rağmen görülebilen, herhangi bir kusura izafe edilemeyecek “komplikasyon” olarak nitelendirildiği,… Oysa ki ... raporunda hastada tespit edilen spondilodiskitin hangi nedenle oluştuğu, gelişiminde davalı doktorların bir özensizliğinin bulunup bulunmadığı, ağrı ve yüksek ateş şikayetiyle davalı hastaneye başvuran davacıya yapılan tedavinin yeterli ve tıp kurallarına uygun olup olmadığı, (verilen tedavinin yetersiz olması halinde şikayetleri geçmeyen hastanın başka bir hastaneye müracaat etmesinin en doğal hakkı olduğu gözetilerek), ameliyat sonrası davalı hastanede yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olup olmadığı hususlarında bir irdeleme yapılmadığı gibi, bu rapor ayrıntılı bilgi vermekten uzaktır ve soyut ifadeler içermektedir. (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2014/43786 E. , 2015/198 K.)
jetokain isimli ilacın prospektüsünde amid türü lokal anesteziklere karşı aşırı duyarlılığı olduğu bilinen hastalarda ve epinefrin içermesi nedeniyle penis anestezisinde kullanılmaması gerektiğine dair uyarıların yer aldığı bu kapsamda bebeğin alerjisinin olup olmadığına dair davalılarca sünnet operasyonu öncesi bir alerji testi veya başkaca bir tıbbi araştırma yapıldığına dair dosyada herhangi bir tespitin bulunmadığı, ayrıca bebekte meydana gelen allerjik reaksiyon sonrasında yapılması gerekli tıbbi müdahaleye ilişkin olarak adli bilimler kongresi sunumunda vurgu yapılan kardiyopulmoner resüsitasyon ekipmanlarının davalı sağlık kuruluşunda bulunup bulunmadığı ve bu ekipmanların kullanılıp kullanılmadığı, hastanın bir başka sağlık kuruluşuna sevkinin uygun zaman ve koşullarda gerçekleşip gerçekleşmediğine dair yeterli bir bilirkişi incelemesi bulunmadığı karara esas alınan adli tıp raporunun denetime imkan verir nitelikte gerekçelendirilmediği ve karara esas alınamayacağı anlaşılmaktadır. (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2014/17432E. 2015/8358K.)
Yargıtay da komplikasyon hususunda hastanın yeterince aydınlatılıp aydınlatılmadığını, hekimin gerekli dikkat ve özeni sağlayarak komplikasyonu engelleme gayreti gösterip göstermediğini araştırmaktadır.
“Mahkemece, her ne kadar mevcut durumu "...gelişen mesane hasarının her türlü özene rağmen oluşabilen, herhangi bir tıbbi ihmal ve kusura izafe edilemeyen komplikasyon..." olarak niteleyen adli tıp raporu işaret edilmek suretiyle, davanın reddine karar verilmiş ise de, idrar kesesindeki yırtığın boyutu göz önünde bulundurulduğunda, davalı doktorun ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldırmak adına ameliyat öncesi ve sonrası yapması gereken girişimlerin neler olduğunun, ameliyat sırasında durumun tespit edilip edilmediğinin, ameliyat sonrasında derhal müdahale edilip edilmediğinin, zararın azalması veya ortadan kaldırılması adına ne yapıldığının, bu aşamalarda davalı doktorun ihmalinin ve kusurunun bulunup bulunmadığının da tartışılması gerekir.”(Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2015/40778 E. , 2017/3963 K.)
Malpraktis ise hekimin kusura dayalı özen ve dikkat eksikliği/yokluğu veya tıbbi standartlara aykırı hareket etmesi neticesinde zararın meydana gelmesi hali olup tedavi öncesi, tedavi esnasında ya da tedavi sonrasında olmak üzere farklı zamanlarda ve çeşitlerde meydana gelebilmektedir.
“Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de, bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır (B.K. 390/II). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur (B.K. 321/1 md). O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları (hafif de olsa) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktorlar, hastalarının zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadır. Doktor, tıbbi çalışmalarda bulunurken, bazı mesleki şartları yerine getirmek, hastanın durumuna değer vermek, tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak, tedaviyi her türlü tedbirlerini alarak yapmak zorundadır. Doktor, ufak bir tereddüt gösteren durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada koruyucu tedbirler almakla yükümlüdür.Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı ve en emin yolu tercih etmelidir(Bkz. Tandoğan, Borçlar Hukuk Özel Borç İlişkileri, Ank.1982, Sh.236 vd). Gerçektende mesleki bir işgören doktor olan vekilden, ona güvenen müvekkil titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır. Titiz bir özen göstermeyen vekil, B.K. 394/1 uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.” (Yargıtay 13. H.D. 2014/43786 E. 2015/198 K.)
a) Tedavi Öncesi (Teşhis Aşamasında) Gerçekleşen Hatalar
Hekimin teşhis aşamasında yapması gereken; hastanın şikayetini ve rahatsızlığını yeterince irdeleyerek dikkat ve özen yükümlülüğü çerçevesinde gerekli muayeneyi ve gerekirse tetkikleri yapmak ve en doğru iyileştirme yöntemini bulmak ve bu aşamalarda hastayı aydınlatmaktadır. Hekimin eser sözleşmesi niteliği taşıyan estetik işlemler, saç ekimi gibi işlemler dışındaki tıbbi müdahalelerinde kendisinden beklenen dikkat ve özen çerçevesinde ve tıbbi standartlar doğrultusunda gerekli tıbbi müdahaleleri yapması sonrası istenen sonuç noktasında sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu husus teşhis aşamasında da geçerlidir. Kendi uzmanlığında bir doktorun göstermesi gereken ve kendisinden beklenen gerekli özen ve dikkati gösteren, tıbbi standartlara uygun hareket eden hekimin teşhiste başarılı olma yükümlülüğü olmayacaktır, burada teşhiste hatadan bahsedilemeyecektir. Burada teşhiste hatanın olup olmadığı noktasında Adli Tıp Kurumu’ndan alınacak rapor dava dosyasında önem arz edecektir.
Doktrin ve Yerleşik Yargıtay içtihatlarında “…Doktor hastalığa tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin doğru teşhisi koymalı, önlemleri eksiksiz biçimde ve gecikmeksizin almalı, olayın gerektirdiği uygun tedaviyi gecikmeden belirleyip uygulamalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulamaz.” denilmektedir.
b) Tedavi Sırasında ve Sonrasında Gerçekleşen Hatalar
Hekim, teşhis ve tedavi sürecinde tıbbın gereklerine uygun hareket etmekle, özen ve dikkati sağlamakla ve hastayı aydınlatmakla yükümlüdür, bu yükümlülüklerini eksiksiz yerine getiren hekim başarısız sonuçtan sorumlu tutulamayacaktır, hekim mutlak başarı garantisi vermekle yükümlü değildir.
Haberlerde de sıklıkla karşılaştığımız ameliyat esnasında gazlı bez unutma ya da ameliyat esnasında yanlış ilaç, serum verme gibi durumlar tedavi hatalarının başlıca örneklerindendir.
Hekim, tedavi sonrasında da hastanın bakımı ve gözetimi noktasında aydınlatma yapmalı ve gerekli özeni tedavi sonrasında da göstermelidir. Örneğin hastanın tedavi sonrası beslenmesi ve sporu gibi konularda uyarılması ve tavsiyelerde bulunulması, kontrole çağırılması, ilaçlarının takibi gibi noktalarda da sorumluluk devam etmektedir.
c) Organizasyon Hataları
Hastane yönetimleri; TBK 116 ve/veya TBK 66 gereği çalıştırdıkları personellerinin hatalarından kusursuz sorumluluk uyarınca sorumludur. Aynı zamanda hastane yönetimleri, hastane içerisindeki sağlık hizmetinin işleyişinden de sorumludur; hastanenin, yatakların, yemeklerin hijyeni, ülke koşulları ve tıbbi standartlara uygun medikal cihazların varlığı, niteliklerine uygun sağlık personellerinin seçimi, kayıt ve arşivleme, güvenlik, denetim gibi hususlarda dikkat ve özeni sağlamakla mükelleftirler.
Bu sorumluluk kamu hastaneleri veya özel hastaneler fark etmesizin tüm hastaneler üzerindedir. Ancak özel hastaneler aynı zamanda tacir sıfatını haiz olmaları sebebiyle basiretli bir tacir gibi davranmakla yükümlü olup dikkat ve özen noktasında devlet hastanelerine göre sorumlulukları biraz daha ağır olacaktır. Devlet hastaneleri ise asli yükümlülüklerinden biri olan herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlama görevini Anayasa madde 65. Gereğince mali kaynakların yeterliliği oranında yerine getirmekle mükelleftir.
d) Hekimin Tedaviden Kaçınması veya Tedaviyi Geciktirmesi
Hekim, tıbbi müdahalede bulunmayarak ya da bunda gecikerek müdahale yükümlülüğünü ihlal etmesi ve bir zarar doğması halinde bundan sorumlu olacaktır. Hekimin bu yükümlülüğünün istisnasını mesleki veya şahsi nedenler oluşturmaktadır. Hekim bu nedenlerden biri sebebi ile tedaviden kaçınma hakkına sahiptir. Bu husus Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi Madde 18’de de – “Tabip ve diş tabibi, acil yardım, resmi veya insani vazifenin ifası halleri hariç olmak üzere, mesleki veya şahsi sebeplerle hastaya bakmayı reddedebilir.” Denilerek tıp mevzuatında da bahsedilmiştir. Hekim temel tıbbi müdahaleler dışındaki, uzmanlığını ve yeterliliğini aşan bilgi ve deneyim isteyen durumlarda acil yardım gibi istisnalar haricinde mesleki nedenlerle tedaviden kaçınabilecektir. Müdahalenin veya tedavinin yarar sağlamayacak olması ya da hastanın hekimin çok yakını olması, yakınına zarar veren birisi olması gibi hekimin profesyonelliğine ve hastayla olan objektif hasta hekim ilişkisine etki edebilecek hallerde de şahsi nedenlerle hekim tedaviden kaçınabilecektir. Mesleki ve şahsi nedenler ile tedaviden kaçınılamayacak haller ise acil yardım, resmi (devlette çalışan hekimler) veya insani vazifenin ifası durumlarıdır.
TAZMİNAT SORUMLULUĞU
Kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğü kişilik hakkını oluşturmakta olup bu hakka müdahale kişilik haklarına müdahale teşkil etmektedir. Bu hakka yapılan saldırılar da hukuka aykırıdır. Bu nedenle gerekli şartları taşımayan tıbbi müdahaleler de kişilik haklarına hukuka aykırı müdahale olacak ve bu tıbbi müdahaleler tazminat sorumluluğu doğuracaktır. Bir tıbbi müdahalenin hukuka uygun olması için sağlık personelince yapılması, hastanın aydınlatılmış onayının alınması, müdahalenin gerekli olması ve tıbbi standartlara uygun olması gerekmektedir.
Özel hastanelerde veya kamu hastanelerinde çalışan hekim, hasta ile sözleşmesel ilişki içerisinde olmaksızın müdahalede bulunmakta olup burada hekimin hukuka aykırı veya kusurlu eylemleri ile meydana gelen zararda hekim TBK 49 haksız fiil hükümleri gereğince sorumlu olacaktır. Ancak kamuda çalışan hekimlerin bu haksız fiilleri neticesinde verilen zararda birincil derecede devlet sorumludur, maddi manevi tazminat talepli davalar devlet aleyhine açılacaktır, davanın kabulü halinde devletin hekime rücu hakkı söz konusu olacaktır.
Hekimin hukuki sorumluluğundan bahsedebilmek için dört unsurun bir arada olması gerekmektedir. Bu dört unsur hukuka aykırılık, kusur, zarar ve illiyet bağıdır.
Hukuka aykırılık; hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi mevcut ise sözleşme ihlali olarak meydana gelmektedir, sözleşme ilişkisinin olmadığı ve haksız fiilin söz konusu olduğu durumlarda ise hukuka aykırılık can ve mal varlığını korumaya yönelik hükümlerin ihlali şeklinde meydana gelecektir.
Hukuka aykırılık, kanunun verdiği yetki, ilgilinin ahlaka ve kamu düzenine uygun rızası, haklı savunma ve daha üstün nitelikte kamu yararı ya da özel yarar hallerinde kalkmaktadır ve bu hallerde hukuka uygunluk söz konusu olacaktır.
Kusur; hekimlerin kastla, ihmalle, tedbirsizlikle veya tıbbi bilgisizlikle kendisinden beklenen dikkat ve özeni yerine getirmeyerek zararın doğmasına sebebiyet veren eylemleridir. Doktrinde hekimin kusurunun derecesine ilişkin tartışmalar olsa da Yargıtay kararlarında hekimin her türlü kusurundan sorumlu olduğu belirtilmektedir.
“Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. (BK.321/1 md.) O nedenle hekimin ve hastanenin meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir.” (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2015/41488 E. , 2018/4944 K.)
Zarar; kişinin maddi manevi değerlerindeki haksız fiil nedeni ile meydana gelen eksilmeyi belirtir. Bir tazminat sorumluluğundan bahsedebilmek için öncelikle tazmin edilmesi gerekli zararın yani eksilmenin meydana gelmesi gerekmektedir. Sağlık hukuku çerçevesinde değerlendirilebilecek zarar ise kişinin fiziksel ve/veya ruhsal bütünlüğünde meydana gelebilecek eksilme olabileceği gibi mal varlığındaki eksilme şeklinde de gerçekleşebilmektedir. Zarar maddi ve manevi olarak ikiye ayrılmaktadır. Maddi zarar para ile ölçülebilen zarardır; tıbbi müdahalelerde hastanın zararı çalışma gücünün kaybından doğan zararlar ve tedavi giderleri gibi kalemlerdir, ölüm halinde ise destekten yoksun kalma ve cenaze giderleri ölenin yakınlarında meydana gelen zararlardandır. Manevi zararda ise mal varlığında bir azalma söz konusu olmayıp hukuka aykırı bir eylem ya da işlem sonucu kişinin yaşamış olduğu üzüntü, elem ve keder söz konusudur. Burada kişinin manevi zararına karşılık teselli bulabilmesi amacıyla zarar veren üzerinde parasal bir tazmin borcu doğmaktadır. Bu tazminatın tutarında manevi acının boyutu, tarafların ekonomik durumu ve hakkaniyet ilkelerine dikkat edilmektedir.
İlliyet Bağı; hekimin tazminat sorumluluğundan bahsedebilmek için hekimin sözleşmeye ve/veya hukuka aykırı eylemleri ile zarar arasında nedensellik bağının bulunması gerekmektedir. Ağır kusur halinde ise zarar halinde illiyet bağı net olarak belirlenemese de hekimin sorumluluğuna gidilebileceğine dair Yargıtay kararları bulunmaktadır.
“Mahkemece, her ne kadar mevcut durumu "...gelişen mesane hasarının her türlü özene rağmen oluşabilen, herhangi bir tıbbi ihmal ve kusura izafe edilemeyen komplikasyon..." olarak niteleyen adli tıp raporu işaret edilmek suretiyle, davanın reddine karar verilmiş ise de, idrar kesesindeki yırtığın boyutu göz önünde bulundurulduğunda, davalı doktorun ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldırmak adına ameliyat öncesi ve sonrası yapması gereken girişimlerin neler olduğunun, ameliyat sırasında durumun tespit edilip edilmediğinin, ameliyat sonrasında derhal müdahale edilip edilmediğinin, zararın azalması veya ortadan kaldırılması adına ne yapıldığının, bu aşamalarda davalı doktorun ihmalinin ve kusurunun bulunup bulunmadığının da tartışılması gerekir.” (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2015/40778 E. , 2017/3963 K.)
İDARENİN MALPRAKTİS KAYNAKLI SORUMLULUĞU
Devlet, Anayasa’da kendisine verilen sorumluluklar uyarınca herkesin hayatını, beden ve ruh bütünlüğünü sürdürmesini sağlamak ve bunun için sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp denetlemekle yükümlüdür. Anayasa madde 125’te idarenin her türlü iş ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtilerek idari kurumların keyfi hareketlerinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. İdare; kamusal faaliyet ve hizmetlerinde kusurlu davranır ise bu nedenle doğan zararlardan sorumlu olacaktır.
“İdari yargıda idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan tam yargı davalarında idarenin tazmin borcunun doğması için ortada bir zararın ve zarara yol açan idareye yüklenebilir bir eylemin bulunması, zararla eylem arasında nedensellik bağının kurulması ve hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk esaslarına göre idare hukukuna özgü tazmin sebeplerinin olması gerekmektedir. Tam yargı davalarında idarenin tazmin sorumluluğu belirlenirken öncelikle hizmet kusurunun varlığı araştırılmalı, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanamayacağı irdelenmelidir.” (Danıştay İDDK E. 2015/1172 K. 2017/3252)
İdarenin, malpraktis kaynaklı sorumluluğuna gidilebilmesi için birtakım şartlar gereklidir. Bu şartlar; zarar, hizmet kusuru ve illiyet bağıdır.
Hizmet kusuru; bir hizmetin geç işlemesi, işlememesi veya kötü işlemesi gibi hizmetin kuruluşunda veya devamında meydana gelen aksaklık hallerinde hizmet kusurundan bahsedilebilir ve idarenin malpraktis sorumluluğuna gidilebilir. Bu hizmet sadece teşhis ve tedavi olarak değerlendirilmemelidir, sağlık hizmetinin başından sonuna hastaların bakımı, gözetimi gibi tüm yan edimleri de kapsamaktadır ve hatta o sağlık kuruluşunda hizmet veren çalışanlar da hizmetin işleyişindeki eksiklik nedeni ile meydana gelen zararlarını idareden talep edebilmektedir.
Vekil gibi hareket eden hekimin mutlak başarı vermekle yükümlü olmaması ve tıp biliminin her zaman taşıdığı riskler dikkate alındığında meydana gelen her zararda idarenin sorumluluğuna gidilemeyeceğinden bahsetmek gerekmektedir. Risk taşıyan tıbbi müdahalelerde meydana gelen zararda idarenin ağır kusuru olması halinde idarenin tazminat sorumluluğuna gidilebilecektir, bu halde dahi temizlik, hijyen, bakım, gözetim gibi yan edimlerdeki eksiklik nedeni ile meydana gelen zararlarda hafif hizmet kusuru idarenin sorumluluğu için yeterlidir. Danıştay’ın genel kabulü de bu yöndedir.
Devlet hastaneleri bünyesinde çalışan hekim, hemşire ve diğer sağlık personellerinin iş ve eylemleri nedeni ile meydana gelen zararlarda birincil derecede ve yalnızca devlet sorumlu olacaktır. Bu nedenle bizzat eylemi gerçekleştiren kişiye dava açılamayacak, açılacak davalarda davalı sıfatı idarenin (Sağlık Bakanlığı/Üniversite Rektörlüğü) olacaktır.
Zarar; kamu sağlık kurumlarındaki kusurlu eylem ve işlemler neticesinde kişinin malvarlığında veya bedensel ve/veya ruhsal bütünlüğünde bir eksilme oluşmuş ise burada zarardan bahsedilebilir. Kural olarak sorumluluktan bahsedebilmek için zararın gerçek ve kesin olarak meydana gelmesi aranmakta ise de henüz doğmayan ancak doğacağı kesin zararlarda da sorumluluk söz konusu olacaktır.
İlliyet bağı; zararın sağlık hizmetindeki aksayış nedeni ile meydana gelmesi halinde illiyet bağından söz edilebilecektir. İdarenin sorumluluğundan bahsedebilmek için hizmet kusuru ile zarar arasında doğrudan bir nedensellik bağı gerekmektedir. Örneğin sağlık kuruluşunda çalışan bir personelin sağlık hizmeti dışında kişisel kusuruyla suç vasfında olan ve idari eylemi aşan eylemi ile bir zarar meydana gelmişse burada doğrudan nedensellikten bahsedilemeyecek, açılacak dava da idari yargıda görülmeyecek, adli yargıda personel aleyhine açılacaktır.
Malpraktis Kaynaklı Davalarda Taraflar;
Sağlık hukuku kaynaklı açılacak tazminat davalarında davacı maddi ve/veya manevi zarara uğrayan hastadır. Hastanın dava esnasında vefatı halinde dava mirasçıları tarafından devam ettirilebilecektir.
Hastanın ölmesi veya vücut bütünlüğünün bozulması durumunda hastanın yakınları tarafından dava açılabilecektir. Özellikle ölenin bakmakla yükümlü olduğu kişiler desteğinden yoksun kalmış ise bu kişiler destekten yoksun kalma davası ikame edebilecektir.
Malpraktis kaynaklı davalarda davalı ise hekim ile hasta arasındaki ilişkiye göre belirlenecektir. Hekim ile hasta arasında vekalet sözleşmesi mevcut ise (hekim bağımsız çalışıyor ise) dava hekim aleyhine açılabilecektir. Bu durumda zarar gören, hekimin sigorta şirketine de başvurma ve dava açma hakkına sahiptir. Ancak hekim kamu sağlık kuruluşları bünyesinde veya özel hastanede çalışıyor ise dava idare veya o özel hastane aleyhine açılabilir.
Malpraktis Kaynaklı Davalarda Görev ve Yetki;
Malpraktis kaynaklı açılacak tazminat davalarında görevli ve yetkili mahkemeyi belirlemek için öncelikle hekim ile hasta arasındaki ilişkiyi belirlemek gereklidir. Hekimin serbest çalıştığı, özel hastanede veya kamu sağlık kuruluşlarında çalıştığı durumlarda görevli ve yetkili mahkeme farklılık gösterecektir. 6502 Sayılı TKHK m. 3/1-(l) maddesinde ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, vekâlet ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlem tüketici işlemi olarak tanımlanmıştır. Buradan hareketle hekimin mesleki faaliyetlerini bağımsız olarak yerine getirdiği ve hasta ile vekalet ilişkisi veya eser sözleşmesi ilişkisi mevcut olduğu durumlarda hekimin veya onun adına hareket edenlerin eylemlerinden kaynaklı meydana gelen zararların tazmini kaynaklı açılacak davalarda görevli mahkeme tüketici mahkemeleri olacaktır. Ancak davalı olarak sigorta şirketi gösterilecek ise ticaret mahkemeleri görevli olacaktır. Özel hastanelerin de sağlık hizmeti sunarken ticari faaliyette de bulunuyor olması ve basiretli tacir gibi hareket etme yükümlülüğü dikkate alındığında özel hastane içerisinde çalışan hekim ve diğer sağlık çalışanlarının kusurundan kaynaklı açılacak tazminat davalarında görevli mahkeme tüketici mahkemeleri olacaktır. Hem tüketici mahkemelerinde hem de ticaret mahkemelerinde açılacak malpraktis kaynaklı tazminat davalarında dava açmadan önce zorunlu arabuluculuk sürecinin yürütülmesi gerekmektedir, aksi takdirde açılan dava usul eksikliği nedeni ile reddedilecektir. Arabuluculuk tutanakları ilam niteliğindedir. Davaların uzun sürebilmesi ve enflasyon gibi nedenlerle alacağın değer kaybetmesi ve maddi manevi mağduriyetlerin devam etme ihtimalleri nazara alındığında, anlaşma ile sonuçlanan başarılı bir arabuluculuk süreciyle zararın daha kısa sürede telafi edilebilmesi imkanı doğacaktır. Arabuluculuk sürecinde anlaşılamaması halinde ise dava açma yoluna başvurulabilecektir.
Hekimin veya diğer sağlık çalışanlarının çalıştığı sağlık kurumlarının devlete, vakfa veya üniversitelere ait olması halinde ise dava idare mahkemelerinde tam yargı davası olarak açılacaktır. Kusurun devlet hastanesinde meydana geldiği hallerde davalı Sağlık Bakanlığı olacaktır, üniversite hastanelerinde ise davalı üniversite rektörlüğüdür.
İdare mahkemelerinin görevli olduğu malpraktis durumlarında tam yargı davası açmadan önce idareye yazılı başvuru şartı aranmaktadır. Zarar görenin, zararı ve zarar vereni öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl ve her halde zararın doğmasından itibaren 5 yıl içerisinde idareye başvuruda bulunması gerekmektedir. İdarenin başvuruyu takip eden 30 gün içerisinde cevap vermemesi veya başvuruyu kısmi veya tamamen reddetmesi halinde 30 günün sonunda idare mahkemesinde tam yargı davası ikame edilebilecektir.
Haksız fiile ilişkin tazminat davalarında yetkili mahkeme Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 16 uyarınca haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesidir. Sözleşmeden doğan davalar ise HMK m. 10 uyarınca sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilmektedir. Tam yargı davalarının söz konusu olduğu hallerde ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca yetkili mahkeme dava konusu idari işlemi veya idari sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir. İdari sözleşmelerden doğanlar dışında kalan tam yargı davalarında yetkili mahkeme aynı zamanda davacının ikametgahının bulunduğu yer idare mahkemesi de olabilmektedir.
Malpraktis Kaynaklı Davalarda Zamanaşımı
Malpraktis kaynaklı davalarda zamanaşımının tespiti için öncelikle borcun kaynağını tespit etmek gerekmektedir. Borcun kaynağı haksız fiil ise TBK madde 72 uyarınca zamanaşımı süresi zararın ve zarar verenin öğrenilmesinden itibaren 2 yıl ve her halükarda zarar verici olayın üzerinden 10 yıldır. Zarar verici eylem aynı zamanda TCK kapsamında suç teşkil ediyorsa ve ceza zamanaşımı süresi daha uzun ise bu süre dikkate alınacaktır.
TBK 147 maddesi uyarınca, hekimin ve özel hastanenin vekalet veya eser sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğunda 5 yıllık zamanaşımı uygulanacaktır. Doktorun tıbbi uygulama konusunda ağır kusuru varsa yapılan işlemin niteliğine bakılmaksızın zamanaşımı süresi TBK 478 uyarınca 20 yıldır. Tıbbi müdahale öncesi hastadan gerekli izin veya onay alınamadan yapılan vekaletsiz iş görmeye dayalı müdahaleler gerekçesiyle açılan malpraktis davalarında zamanaşımı süresi 10 yıl olacaktır.
İdare aleyhine tam yargı davası açılması gerekli hallerde ise İYUK madde 13 uyarınca zararın ve hekim hatasının öğrenilmesi tarihinden itibaren bir yıl ve her halükarda olay tarihinden itibaren 5 yıl içinde ilgili idareye yazılı bir şekilde başvurularak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulması gerekir. İdarenin tazminat talebini kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren 60 gün içinde malpraktis nedeniyle tam yargı davası açılmalıdır. İdare, istek hakkında 30 gün içinde cevap vermediği takdirde bu sürenin bittiği tarihte istek reddedilmiş sayılır ve dava açma süresi başlar. İsteğin reddedilmiş sayılmasından itibaren, 60 günlük dava açma süresi içinde tam yargı davası açılabilir. İdareye karşı açılan davalarda ceza hukukundan kaynaklanan uzamış zamanaşımı süreleri geçerli olmayacaktır.
Malpraktis davaları karmaşık ve çok boyutlu bir alandır. Hekim sorumluluğu, tazminat talepleri ve idare sorumluluğu gibi unsurlar üzerinden çözülür ve bu süreçte hukuki destek önemlidir. Eğer İzmir'de malpraktis davası ile ilgili bir avukata ihtiyacınız varsa, MDK Hukuk Bürosu size doğru ve güvenilir bir hukuki yol haritası sunacaktır. İzmir'deki avukatlarımız, sağlık hukuku ve tıbbi hata davalarındaki deneyimleriyle, hekim sorumluluğu ve tazminat talepleri gibi karmaşık konularda size yardımcı olmaya hazırdır. **[İzmir Sağlık Hukuku ve Malpraktis Avukatı]
Detaylı bilgi ve işlemlerinizin yürütülmesi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Saygılarımızla;
MDK Hukuk ve Danışmanlık