HASTA HAKLARI VE HEKİMİN SORUMLULUKLARI
Sağlık hakkı, insanın varoluşundan bu yana, temel nitelikli insan haklarından olup, günümüzde de hem Anayasamız hem de birçok uluslararası sözleşme ile koruma altına alınmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi gibi birçok uluslararası metinde de yer almış bir insan hakkıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 17 " Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” demektedir, kişinin maddi ve manevi varlığını korumasının en önemli kriterlerinden biri de sağlıklı bir zihin ve sağlıklı bir bedende hayat sürebilmesidir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 56’da “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.” denmekte ve sağlık sisteminin işleyişi ve denetiminde devletin kamu gücünün önemi vurgulanmaktadır.
İnsan, doğumundan ölümüne dek, yaşam kalitesinin daha da iyileştirilmesi ya da korunması amaçlı koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerinden, hastalık halinde ise tedavi edici sağlık hizmetlerinden yararlanma ihtiyacı hissetmektedir ve bu onun kanuni bir hakkı olduğu kadar doğal da bir hakkıdır. Hasta haklarını hukuki düzenleme üzerinden tanımlamak gerekir ise; Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 4. Maddesinde “Sağlık hizmetlerinden faydalanma ihtiyacı bulunan fertlerin, sırf insan olmaları sebebiyle sahip bulundukları ve T.C. Anayasası, milletlerarası antlaşmalar, kanunlar ve diğer mevzuat ile teminat altına alınmış bulunan haklarıdır.” Hasta Hakları Yönetmeliği başta olmak üzere çeşitli hukuki düzenlemeler ile hekim hasta ilişkisindeki dengenin sağlanabilmesi için hastalara birtakım haklar tanınmıştır.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nde hasta hakları; “sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı”, “sağlık durumu ile ilgili bilgi alma hakkı”, “hastanın özel yaşamına saygı, gizlilik ve mahremiyet”, “tıbbi müdahalenin hastanın rızasıyla yapılması hakkı”, “tıbbi araştırmalarda hasta sağlığının korunması hakkı” ve “diğer haklar” başlıkları altına düzenlenmiştir.
a) Sağlık Hizmetlerinden Faydalanma Hakkı
Hasta, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinden ihtiyacına uygun olarak faydalanma, bu faydalanma öncesi kendisine gerekli aydınlatılmanın yapılmasını isteme, mevzuat çerçevesinde ve hayati tehlike arz etmeyecek şekilde hekim ve sağlık kuruluşu seçme ve değiştirme, personeli tanıma, seçme ve değiştirme, öncelik sırasının belirlenmesi haklarına sahiptir. Bu hak çerçevesinde sağlık çalışanları ve kurumları, gerekli hizmeti vermekle yükümlüdür; teşhis, tedavi veya koruma amacı dışında bir şey yapamaz veya talepte bulunamazlar. Ötenazi yasaktır.
Devlet, eşitlik ilkesine uygun olarak herkesin sağlık hizmetlerinden faydalanmasını sağlamalı, bunun için hem kendisinin hem de üçüncü kişilerin ihlal sayılabilecek davranışlarını önlemelidir. Sağlık kuruluşlarının verilen hizmet ve tıbbi malzemeler yönünden yeterliliğe sahip olması noktasında gerekli tedbir ve denetimleri sağlamalıdır.
b) Sağlık Durumu ile İlgili Bilgi Alma Hakkı
Hasta; hastalığının sebepleri ve muhtemel seyri, tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede ve ne zaman yapılacağı, tanılar ve tedavi seçenekleri ve tedavinin kabulü veya reddi halinde bunların muhtemel fayda ya da riskleri, oluşabilecek komplikasyonlar, ilaçlar ve özellikleri ile yan etkileri gibi hususlarda bilgi alma hakkına sahiptir. Sağlık kuruluşları bunun için gerekli bir birim ve personel bulundurmakla mükelleftir. Bilgilendirmenin hastanın kültürel ve sosyal düzeyine uygun olması ve bilgilendirme esnasında mahremiyete dikkat edilmesi gereklidir. Ancak hastanın psikolojisi üzerinde fena tesir edecek, hastalığın seyrini artıracak hallerde bilgilendirme yapılmayabilir, ya da tedavisi olmayan bir hastalık halinde aileye bilgilendirmede bulunulabilir. Hastanın ayrıca bilgilendirmeyi istememe hakkı da mevcuttur, bu hak da gözetilmelidir.
Hasta, ilgili kurumlarda bulunan kayıtlarını kendisi veya vekili aracılığı ile inceleyebilir, bir suretini alabilir ve gerekir ise bunlara itiraz ederek düzeltilmelerini talep edebilir.
c) Hasta Haklarının Korunması
c-1) Mahremiyete Saygı Gösterilmesi
Maddi ve manevi menfaatlerimiz üzerindeki haklarımız bizim kişiliğimizin en önemli parçasıdır. Kişilerin de kişilik hakkı içerisinde bu maddi ve manevi menfaatlerinin korunmasını talep edebilmesi Anayasal bir hakkıdır. Bu hakka hasta hakları yönünden baktığımızda ise hastaların; koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerinden faydalanırken, teşhis ve tedavi aşamasında bu mahremiyetlerinin korunmasını ve mahremiyetlerine saygı gösterilmesini isteme hakları vardır. Hasta, tıbbi değerlendirme ve müdahale esnasında gerekli gizliliğin sağlanmasını talep edebilir. Tedavisi ile doğrudan ilgisi olmayan kimselerin müdahale sırasında bulunmamasını talep edebilir. Ancak eğitim verilen kurum ise hastanın onayı ile hastanın tedavisi ile doğrudan ilgili olmayanların tıbbi müdahale sırasında bulunması sağlanabilir.
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi’nin 10. Maddesinde herkesin, kendi sağlığı hususundaki bilgilerle ilgili olarak özel hayatına saygı gösterilmesini talep etme hakkı olduğu ifade edilmiştir.
c-2) Rıza Olmaksızın Tıbbi Ameliyeye Tabi Tutulmama
Yönetmeliğin aynı başlıklı 22. Maddesine göre, Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimsenin, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamayacağı belirtilmiştir.
TMK 24 hükmü gereği, daha üstün kişisel ya da kamusal yarar veya acil müdahale gerektirmesi gibi nedenlerle kanunun verdiği yetkiler dışında hastanın rızası dışında yapılan tıbbi müdahaleler hukuka aykırı olup haksız fiil teşkil eder. Bu noktada hastanın bilgi alma hakkı kapsamında aydınlatılmış onamının alınması önem teşkil etmektedir, hasta teşhis, tedavi ve rıza verme/vermeme hallerinde olası faydalar ve riskler noktasında yeterli şekilde aydınlatılmalıdır.
Hasta Hakları Yönetmeliği madde 28’de mevzuatın öngördüğü istisnalar dışında rızanın alınmasında şekil şartı olmadığı ancak hukuka ve ahlaka aykırı yöntemlerle alınan rızanın hükümsüz olduğu belirtilmiştir.
Suç şüphesi hallerinde iddia edilen suça ilişkin muhtemel delillerin ortaya çıkartılabilmesi amacıyla mağdur veya şüpheli bedeninde muayene yapılabilmesi için hakim kararı aranır. Gecikmesinde sakınca olacak hallerde cumhuriyet savcısının talebi üzerine muayene yapılabilir.
c-3) Bilgilerin Gizli Tutulması
Sağlık hizmetinin verilmesi sebebiyle edinilen bilgiler, kanun ile müsaade edilen haller dışında, hiçbir şekilde açıklanamaz. Rıza dışında bilgilerin paylaşımı ya da rıza hallerinde dahi kişilik haklarından tümüyle vazgeçme, başkalarına devretme, aşırı sınırlandırılma hallerinin doğacağı durumlarda bilgilerin açıklanması hukuka aykırıdır, bunları açıklayanın hukuki ve cezai sorumluluğu doğacaktır.
d) Tedaviyi Reddetme ve Durdurma
Biyotıp Sözleşmesi Madde 5: “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir.İlgili kişi, muvafakatini her zaman, serbestçe geri alabilir.” Demektedir. Yine Hasta Hakları Yönetmeliğinde madde 25’te tedaviyi reddetme ve durdurmaya ilişkin; hastanın kanunen zorunlu olan haller dışında ve doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu kendisine ait olmak üzere; uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulmasını istemek hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Hasta, teşhis ve tedavi hakkında bilgi alıp bunu kabul etme hakkı yanında bu tedaviyi reddetme ve tedavi sürecinde bunu durdurma hakkına sahiptir, bu hakkı kullandıktan sonra tekrar aynı tedaviyi veya bir başka tedaviyi alma hakkından mahrum bırakılamaz.
e) Diğer Haklar
Hasta Hakları Yönetmeliği 37-41 maddeleri arasında hastaların sahip olduğu diğer haklar belirtilmiştir. Bu haklar güvenliğinin sağlanması, sağlık kuruluşlarında imkan ölçüsünde dini vecibelerinden faydalanabilmesi, insani değerlere saygı gösterilmesi, gerekli hijyenik ve konforlu ortamın sağlanması, usul ve esaslara uygun ziyaret hakkı, refakatçi bulundurabilme ve sağlık kuruluşu dışında da sağlık hizmeti alabilme olarak sıralanmaktadır.
Hasta hakları; tıbbi standartlara uygun, etkin sağlık hizmetlerine hastaların kolayca ve diledikleri zaman faydalanabileceği bir yelpaze içerisinde şekillenmekte ve düzenlenmekte. Değişen dünyada teknolojiyle birlikte tıbbi standartlar da gelişmekte, buna paralel olarak hasta hakları da yukarıda sayılanlardan ibaret olmayıp gelişmekte ve zaman zaman yeni düzenlemelere ihtiyaç duymaktadır.
HASTA İLE HEKİM ARASI İLİŞKİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ
Hasta ile hekim arasındaki ilişkinin hukuki niteliğine ilişkin Türk Borçlar Kanunu ya da sözleşme hükümlerinin yer aldığı diğer mevzuat hükümlerimizde bir sözleşme tipi düzenlenmemiştir. Taraflar arasındaki ilişki açık bir irade beyanı ile olabileceği gibi örtülü iradeye dayalı da kurulabilmektedir. Hekim ile hasta arasındaki hukuki ilişkinin kurulması noktasında tek bir tip olmadığı için yaşanabilecek hukuki uyuşmazlıklarda da öncelikle bu ilişkilerin hukuki niteliklerinin tespiti ve sorumluluğun temelinin belirlenmesi gerekmektedir.
Taraflar arasındaki sözleşmesel ilişki açık ya da örtülü şekilde kurulmuş olsun, hekimin ana yükümlülüğü gerekli tedaviyi uygulamak veya teşhisi koymak, hastanın da bir bedel/ücret ödemesidir.
Doktrinde hasta ile hekimin arasındaki ilişkinin hukuki tanımı noktasında farklı görüşler mevcuttur. Hakeri, hasta ile hekim arasında sözleşme ilişkisinin genel olarak “Vekalet Sözleşmesi” ilişkisi kabul edildiğini ifade etmiştir. (Hakeri, a.g.e. s. 793) Ancak somut olayın özelliklerine göre hizmet sözleşmesi, eser sözleşmesi veya vekâletsiz iş görme hükümleri de söz konusu olabilecektir.
A) HEKİMİN BAĞIMSIZ ÇALIŞMASI DURUMUNDA HASTA HEKİM ARASINDAKİ HUKUKİ İLİŞKİ;
a-1) Vekalet Sözleşmesi veya Vekaletsiz İş Görme Hükümlerinin Uygulandığı Haller
Hekim ile hasta arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut ise burada genel olarak vekalet sözleşmesinin varlığı kabul edilmektedir. TBK m. 502/1’de: “Vekalet sözleşmesi, vekilin vekalet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.” Hükmü gereğince hekim burada hastanın teşhis ve tedavi noktasında işini görmeyi üstlenmektedir. Vekalet sözleşmesinin diğer sözleşmelerden en önemli farkı, işin görülme sürecinin taahhüt edilip sonucun taahhüt edilmemesidir. Yani hekim, mutlak sonuç garanti edemez, kendi kusuru olmadığı takdirde başarısız tıbbi müdahalede bir sorumluluğu doğmayacaktır. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2016/24615 E. 2019/12860 K. sayılı kararında vekilin, arzu edilen sonuca ulaşma noktasında gerekli özen ve dikkati gösterdiği hallerde sonuca ulaşılamamışsa sorumlu olmayacağını belirtmiştir.
Hastanın rızasının alınamayacağı hallerde, örneğin acil müdahale gerektirecek hallerde hastanın rızası olmadığı, yani taraflar arasında bir sözleşme ilişkisi kurulamadığı zamanlarda vekaletsiz iş görme hükümleri devreye girmektedir. Hastanın rızasının alınamadığı ve hayati tehlike nedeni ile acil müdahale gereken hallerde hekimin tıbbi müdahalesi hukuka aykırı sayılmayacaktır. Hekim bu durumda sözleşme dışında tıbbi müdahalede bulunabilecektir. Bu ihtimalde hekimin sorumluluğu TBK madde 527 hükmüne göre değerlendirilebilecektir. Madde 527’te vekâletsiz işgörenin, her türlü ihmalinden sorumlu olduğu, ancak, işgören bu işi, işsahibinin karşılaştığı zararı veya zarar tehlikesini gidermek üzere yapmışsa, sorumluluğunun daha hafif olacağı belirtilmiştir. İşgörenin, işsahibinin açıkça veya örtülü olarak yasaklamış olmasına karşın bu işi yaptığı hallerde işsahibinin yasaklaması da hukuka veya ahlaka aykırı değilse, beklenmedik hâlden de sorumlu olacağı, ancak, işgören o işi yapmamış olsaydı bile, bu zararın beklenmedik hâl sonucunda gerçekleşeceğini ispat ederse sorumluluktan kurtulacağı belirtilmiştir. Bu madde uyarınca hasta gerekli aydınlatmanın sonrasında hukuka ve ahlaka aykırı olmaksızın tedaviyi reddediyor, hekim ise buna rağmen tıbbi müdahalede bulunuyor ise hastanın uğrayacağı tüm zararlardan sorumlu olacaktır. Hekimin gerçekleştirmiş olduğu tıbbi müdahalenin objektif olarak gerekli olması halinde hastanın tedaviyi reddinin hukuka veya ahlaka aykırı olduğundan bahsedilmesi sonucunu doğurabilecek ve hekim beklenmedik halden sorumluluktan kurtulabilecektir. Vekalet sözleşmesinin söz konusu olduğu hallerde ispat yükü hekimin üzerindedir, hasta hekimin kusurunu ispatlamak yükü altında değildir, hekim kusursuz olduğunu ispatla yükümlüdür.
a-2) Eser Sözleşmesi İlişkisinin Kabul Edildiği Haller
Gerekli bir tıbbi müdahaleden ziyade güzelleştirme amaçlı yapılan tıbbi müdahaleler sonuç taahhüt ettiğinden eser sözleşmesi niteliğinde sayılmaktadır. Hekim, estetik burun ameliyatı, protez diş yapımı, saç ekimi gibi bir eser meydana getirmeyi taahhüt ediyorsa burada vekalet sözleşmesi hükümlerinden ziyade eser sözleşmesi hükümleri devreye girecektir.
Türk Borçlar Kanunu’nda eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmaktadır.
“Eser sözleşmesinin niteliği gereği yüklenici sonucu garanti etmektedir. Davacı, göğüs küçültme ve dikleştirme (toparlama) ve karın gerdirme gayesiyle yani estetik amaçla davalıya başvurmuş olduğuna göre, estetik ameliyat yapılmak suretiyle istenilen ve kararlaştırılan amaca uygun güzel bir görünüm sağlanması ve sürecin sağlıklı bir şekilde neticelendirilmesi hususlarının taraflar arasındaki eser sözleşmesinin konusu olduğu açıktır. Burada sözleşme yapılmasının nedeni belli bir sonucun ortaya çıkmasıdır. Eser yüklenicinin sanat ve becerisini gerektiren bir emek sarfı ile gerçekleşen sonuç olup, yüklenici eseri iş sahibinin yararına olacak şekilde ve ona hiçbir zarar vermeden meydana getirmek yükümlülüğü altındadır.” (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2020/1808 E. 2020/2925 K.)
Hekim, estetik amaçlı yapılan müdahalelerde vekalet ilişkisine nazaran daha ağır sorumluluk taşımaktadır, zira hekim burada hastanın talebine uygun sonucu garanti etmektedir. Bu nedenle hekim; edimini sadakat ve özenle ifa etmeli, benzer alanlardaki işleri üstlenen basiretli bir yüklenicinin göstermesi gereken mesleki ve teknik kuralları esas almalıdır, tıbbi standartlara uygun davranmalıdır. Komplikasyonlarda da yine gerekli aydınlatma yükümlülüğünün ve komplikasyon yönetiminin doğru yapılması gerekmektedir.
Eser sözleşmesi niteliğinde sayılan hekim hasta ilişkilerinde hekimin hastanın beklentisini karşılar nitelikte eser meydana getirmemesi halinde ayıptan bahsedilecektir. Burada hekim Türk Borçlar Kanunu ayıba karşı tefekkül hükümleri gereğince ortaya çıkan ayıp ve eksikliklerden sorumlu olacaktır. Böyle bir durumda hasta; ayıbın giderilmesini isteyebileceği gibi, ücrette ayıp oranında indirim veya eseri kabulden kaçınma haklarına sahip olacaktır. Hastanın bunların yanında tazminat talep hakkı da bulunmaktadır. Burada taraflar arasında sözleşmesel bir ilişki (eser sözleşmesi) olması sebebiyle ispat yükü ters çevrilmiştir, hekim burada kusurlu olmadığını ispat yükü altındadır.
a-3) Haksız Fiil İlişkisinin Kabul Edildiği Haller
Hekim ve hasta arasında bir sözleşme ilişkisi yoksa veya acil tıbbi müdahaleler gibi vekaletsiz iş görme hükümlerinin ortaya çıkabileceği durumlar da yoksa hekimin tıbbi standartlara ve meslek kurallarına aykırı ve hasta aleyhine sonuç doğuran her davranışı haksız fiil niteliğinde olacaktır. Kendi muayenesi olmayıp özel hastanede çalışan hekim tarafından teşhis ve tedaviye tabi tutulan hasta ile hekim arasında özel bir sözleşme ilişkisi mevcut olmadığından burada hekimin sorumluluğu haksız fiil sorumluluğu olacaktır. Sözleşme ilişkisi içerisinde olup haksız fiil sorumluğunun da aynı zamanda söz konusu olabileceği haller TBK 53-54 hükümlerince beden bütünlüğüne yönelik yapılan müdahaleler neticesinde meydana gelen zararların mevcudiyeti halleridir.
Hekimin haksız fiil sorumluluğundan bahsedebilmemiz için Türk Borçlar Kanunu haksız fiil hükümlerindeki şartların meydana gelmesi gerekmektedir. TBK 49- “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” Hükmü gereğince hekimin haksız fiil sorumluğunun doğması için kusur, hukuka aykırı fiil, zarar ve hukuka aykırı fiil ile zarar arasında illiyet bağı gerekmektedir. Hukuka aykırı fiil kastla meydana gelebileceği gibi, yeterli dikkat ve özeni göstermeme şeklinde de cereyan edebilir. Hekimin meslek kurallarına riayet etmemesi, gerekli yükümlülüklerinden kaçınması, yetkili hekimce değil yetkisiz kişilerce müdahalede bulunulması gibi hallerde meydana gelen zarardan hekim sorumlu olacaktır. Hekimin haksız fiil sorumluluğunun doğacağı hallerde ispat yükü kanunen zarar görende yani hastadadır. Hasta zararı ve zarara sebebiyet verenin hekimin hukuka veya ahlaka aykırı hareketleri olduğunu ispat yükü altındadır.
Hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi mevcut ise hekimin yanında çalışanların fiillerinden hekim TBK 116 gereği sorumludur. TBK 116’da borçlunun yanında çalıştırdığı kişilerin işi yürüttükleri esnada diğer tarafa verdikleri zarardan sorumlu olduklarını belirtilir. Hekim de teşhis ve tedavi dışında örneğin hastanın ameliyata hazırlanması gibi işleri yanındaki personeline yaptırabilir, ancak zarar meydana gelirse hasta da personelle birlikte sorumlu olacaktır. TBK 116/3 “Uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülebiliyorsa, borçlunun yardımcı kişilerin fiillerinden sorumlu olmayacağına ilişkin anlaşma kesin olarak hükümsüzdür.” Hükmü gereğince burada hekim sorumsuzluk anlaşması ile yanında çalışanların fiillerinden sorumlu olmayacağı şeklinde anlaşma yapamaz, yardımcı şahsı seçerken gerekli özeni gösterdiğini, işi hukuka ve meslek kurallarına göre yardımcı kişiye verdiğini belirterek sorumluluktan kurtulamaz.
İfa yardımcısının fiilinden sorumluluk kusursuz sorumluluk halidir. Bu nedenle bir hastanede meydana gelen zararda hastane TBK 116 gereği sorumlu olacaktır. Ancak TBK 66 hükmü uyarınca da sorumlu tutulabilmesi için bu zararın haksız bir fiil neticesinde meydana gelmesi gerekmektedir. Hekim ile hasta arasında bir sözleşme ilişkisi olmayıp hastanın hastane ile bir sözleşme ilişkisi mevcut ise burada hekimin zarar verici fiilleri neticesinde hastanenin TBK 116 hükmü doğrultusunda sorumluluğu doğacak ve bu sorumluluktan TBK 116/3 gereği kurtulma imkanı olmayacaktır.
Zarara sebep olan eylem hem haksız fiil niteliği taşımakta hem de sözleşmeye aykırılık teşkil etmekte ise burada TBK 66 “Adam çalıştıranın sorumluluğu” ve TBK 116 “Yardımcı kişilerin fiillerinden sorumluluk” hallerinin ikisinin de mevcut olduğundan bahsedilebilecek ve sorumlulukların yarışması söz konusu olacaktır. Hasta burada açacağı davayı seçtiği maddeye dayandırabilecektir. Ancak TBK 116 hasta açısından daha avantajlı olacaktır, şöyle ki, TBK 116 gereğince borçlu sadece borcu kendisi ifa etmiş olsa dahi aynı zararın ortaya çıkacağını ve kendisinin de bundan sorumlu tutulamayacağını ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir, TBK 66’da ise borçlu hekimi ve personeli seçerken gerekli özeni gösterdiğini, talimat ve gözetim yükümlülüklerini yerine getirirken gerekli özeni ve dikkati sağladığını belirterek sorumluluktan kurtulabilecektir.
B) ÖZEL HASTANEDE ÇALIŞAN HEKİM İLE HASTA ARASINDAKİ HUKUKİ İLİŞKİ
Özel Hastaneler, 2219 sk Hususi Hastaneler Kanunu’nda, “Devletin resmi hastanelerinden ve hususi idarelerle belediye hastanelerinden başka yatırılarak hasta tedavi etmek veya yeni hastalık geçirmişlerin zayıfları yeniden eski kuvvetlerini buluncaya kadar sıhhi şartlar içinde beslenmek ve doğum yardımlarında bulunmak için açılan ve açılacak olan sağlık yurtları "hususi hastaneler" den sayılır.” Şeklinde tanımlanmaktadır. Bu kurumlar yalnızca Sağlık Bakanlığı’nın izni ile kurulabilmektedir.
Özel hastaneler, basiretli bir tacir gibi davranmakla yükümlü olduğu gibi, insanın yaşam hakkı söz konusu olduğu için tıbbi standartlara uygun gerekli bakımı, araç gereci, sağlık koşullarını özenle ve dikkatle sağlamakla yükümlüdür.
Özel hastaneler, hastalar ile hastane bünyesinde yapılacak teşhis, tedavi, bakım gibi hizmetlerin edimini üstlendiği hastaneye kabul sözleşmesi oluşturmakta ve hastane ile hasta arasında bir sözleşme ilişkisi meydana gelmektedir. Bu sözleşmenin tarafları arasında hekim ya da diğer personeller yoktur, hastane tüzel kişiliği ve hasta bu sözleşmenin tarafıdır. Bu sözleşmenin kurulmasında şekil şartı aranmamaktadır.
Hastaneye kabul sözleşmesi, ana edim olan tedavinin sadece hastanede mi yoksa hem hastane hem de hekim üzerinde mi olacağı noktasında ikiye ayrılmaktadır. Eğer yan edimlerin yanında teşhis ve tedavi ana edimleri de hastanenin yükümlülüğünde ise burada tam hastaneye kabul sözleşmesinden bahsedilebilir. Ancak yan edimler hastane yükümlülüğünde ana edim ise hekim yükümlülüğünde ise burada bölünmüş hastaneye kabul sözleşmesinden bahsedilecektir. Temizlik, barındırma, yemek ve içmenin sağlanması, malzemelerin temini gibi edimler yan edimler olup bunlar her ihtimalde özel hastanenin yükümlülüğündedir.
Tam Hastaneye Kabul Sözleşmesi; bunlar da kendi içinde hekimlik sözleşmesi içeren ve içermeyen tam hastaneye kabul sözleşmesi olarak ayrılmaktadır. Hekimlik sözleşmesi içermeyen tam hastaneye kabul sözleşmelerinde; hastanın sözleşmesel anlamda tek muhatabı hastanedir, hastane tam ve yan edimlerden sorumludur. Meydana gelen zarardan hastane TBK 116 gereği ifa yardımcısı hekimin ya da diğer personellerin fiilinden dolayı sorumlu olacaktır, haksız fiil neticesinde oluşmuş bir zarar var ise hem hekim hem de hastane TBK 66 gereği sorumlu olabilecektir. Hekimlik sözleşmesi içeren tam hastaneye kabul sözleşmelerinde ise hekim-hasta arasında ve hastane-hastane arasında olmak üzere iki ayrı sözleşme kurulmaktadır. Burada hem hekim hem de hastane tedaviyi müştereken ve müteselsilen taahhüt etmektedir.
Bölünmüş Hastaneye Kabul Sözleşmesi; burada önce hastanın tedaviyi üstlenmesini istediği hekim ile arasında bir sözleşme kurulmaktadır, ardından yan edimler için hastane ile bağımsız bir sözleşme daha kurulmaktadır. Ana edim tedavi konusunda sorumluluk hekimdedir, hekim tedavi borcunu kendisi yerine getirmelidir. Yan edimde sorumluluk ise hastanede olup hastanenin burada tedavi noktasında bir sorumluluğu kabul edilmeyecektir. Bu sözleşme tipinde hekimin özel hastane kadrosunda bulunması gibi bir zorunluluk yoktur.
Özel hastaneler, teşhis, tedavi ve yan edimlerin ifası için hekim, hemşire, hasta bakıcı gibi mesleklerden kişilerle hizmet sözleşmesi ilişkisi kurmaktadır. Bu tür hallerde oluşacak zarara ilişkin açılacak davalar adli yargıda görülecektir. Hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi kurulmayan tam hastaneye kabul sözleşmelerinde hastanın muhatabının hastane olması nedeni ile hastane hekimin eyleminin sonucu oluşan zararda hekimin sorumluluğuna ek hastane TBK 116 gereği sorumlu olacaktır ve kurtuluş kanıtı getirme imkanı da olmayacaktır. Hekimin davranışının haksız fiil olarak nitelendirileceği hallerde aynı zamanda TBK 66 adam çalıştıranın sorumluluğundan da bahsedilebilecektir. Bölünmüş hastaneye kabul sözleşmesinde ise zarar yan edimlere ilişkin ise hastanenin sorumluluğu kabul edilecek, teşhis ve tedaviye ilişkin ise hastanenin sorumluluğuna gidilemeyecektir.
C) KAMUDA ÇALIŞAN HEKİM İLE HASTA ARASINDAKİ HUKUKİ İLİŞKİ
Kamu tüzel kişiliği tarafından kurulan, yönetimi ve işleyişi kamu tüzel kişiliğince gerçekleştirilen hastaneler kamu hastaneleridir. Özel hastaneler ve hasta arasındaki sözleşme ilişkisi burada mevcut olmayıp kamu hastaneleri kamu hizmeti faaliyeti yürüten idari kurum statüsündedir. Bu sebeple hasta ve hastane arasındaki uyuşmazlıkların çözüm merci adli yargı değil idari yargı olacaktır. Kamu hastanelerinde çalışan hekim kamu görevlisi sıfatını taşıyacağından burada çalışan hekim ve diğer personellerin verdikleri zarardan öncelikle devlet sorumlu olacaktır. Anayasa madde 129/5: “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” İfadesi ile devletin birincil derece sorumlu tutulacağı hüküm altına alınmıştır.
Kamu görevlilerinin kasıtlı veya ihmalen kusurlu davranışları ile verdikleri zararlar neticesinde açılacak tazminat davalarının davalısı idaredir, hasta burada tam yargı davası ile idari yargı mercilerinde zararının tazminini talep edebilecektir. Bu davalarda davalı Sağlık Bakanlığı’dır, üniversite hastanesi ile davalı üniversite rektörlüğü olacaktır.Sağlık Bakanlığı’na karşı açılan tam yargı davasının kabulü halinde Bakanlık kusurlu hekim ya da diğer personele rücu davası açabilecektir.
Kamu hastaneleri, verdikleri kamusal hizmet nedeni ile yaşam hakkının da önemi dikkate alınarak gerekli hijyenik koşulları sağlamak, tıbbi standartları sağlayan hizmet vermek, dikkat ve özeni göstermekle yükümlüdür. Hasta hakları ile bağdaşmayan davranışlar ve ihmaller neticesinde ortaya çıkan zarardan idare sorumlu tutulacaktır.
Hekim veya diğer personelin, taciz, yaralama, görevi kötüye kullanma gibi suç teşkil eden fiilleri neticesinde cezaların şahsiliği gereğince adli süreç bu fiilleri gerçekleştiren hakkında uygulanacaktır. Burada kamuda çalışan hekim hakkında soruşturmanın başlatılabilmesi için önce idari izin şartının yerine getirilmesi gereklidir. Özel sektördeki hekimlerin suç teşkil eden fiilleri için ise idari izin şartı aranmamaktadır.
HUKUKA UYGUN TIBBİ MÜDAHALENİN TAŞIMASI GEREKEN ŞARTLAR
Herkes, kişilik haklarını korumak ve geliştirmek hakkına sahiptir. Bu hak hem Anayasamızda hem de uluslararası sözleşmelerde ifade edilip korunmaktadır. Kişilik hakkına hukuka aykırı her müdahale bu hakkın ihlali anlamına gelip cezai ve/veya hukuki yaptırıma tabi tutulmaktadır. Ancak birtakım hallerde kişilik hakkına yapılan müdahaleler hukuka uygunluk teşkil etmektedir. Bunların en başında rıza kavramı bulunmaktadır. Daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması hallerinde de kişilik hakkına yapılan müdahale hukuka uygun olacaktır.
Tıbbi müdahaleler açısından baktığımızda; Anayasa madde 17/2’de “Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tâbi tutulamaz.” İfade edilmektedir.
Hasta Hakları Yönetmeliği 4. Maddesinde tıbbi müdahale: “Tıp mesleğini icraya yetkili kişiler tarafından uygulanan, sağlığı koruma, hastalıkların teşhis ve tedavisi için ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak tıbbın sınırları içinde gerçekleştirilen fizikî ve ruhî girişimi,..” şeklinde tanımlanmıştır.
Kişilik hakkına müdahale şeklinden biri olan tıbbi müdahaleler, gerekli hukuki şartları ve standartları sağlamadığı takdirde hukuka aykırı olacak ve bu müdahaleyi yapan üzerinde hukuki ve/veya cezai sorumluluk doğuracaktır. Bu şartlar şunlardır;
a) Müdahalenin Sağlık Personeli Tarafından Gerçekleştirilmesi
Tıbbi teşhis ve tedavilerde tek yetkili, hekim veya diş hekimleridir. Diğer sağlık personelleri yalnızCa yetkili hekimin planlaması ve direktifleri doğrultusunda teşhis ve tedavi sürecine dahil olabileceklerdir. Uzmanlık gerektiren (örneğin cerrahi müdahale) hallerde de zorunluluk taşıması hali dışında uzman olmayan hekimin o işlemi yapması da hukuka aykırı olacaktır.
Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun madde 25 “Diploması olmadığı hâlde, menfaat temin etmek amacına yönelik olmasa bile, hasta tedavi eden veya tabip unvanını takınan şahıs iki yıldan beş yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” Hükmü doğrultusunda, tıp diploması olmaksızın hekimlik sıfatını gerekli kılacak ölçü ve yoğunluğa ulaşan ve iyileştirme amacı taşıyan tedavi uygulamak veya hekim unvanı altında hareket etmek suç teşkil edecektir, bu fiilleri gerçekleştirenler hapis ve adli para cezası ile karşılaşacaklardır.
b) Hastanın Aydınlatılarak Rızasının Alınması
Kişinin maddi ve manevi bütünlüğüne müdahale teşkil eden tıbbi müdahaleler, özünde yaşam hakkını barındırsa da hukuka uygunluk şartı için rızanın alınması gereklidir. TMK m. 24/2’de de kişilik haklarına yapılan her saldırının, kişinin rızası veya daha üstün nitelikli özel-kamu yararı ile haklı kılınmadıkça hukuka aykırılık teşkil edeceği belirtilmiştir.
Sağlık alanında yapılacak müdahale öncesinde, kişinin özgürce alınmış aydınlatılmış onamının alınması gereklidir. Hasta aydınlatılmış onamını istediği zaman geri alabilir.
Hasta Hakları Yönetmeliği madde 4’teki bilgilendirmenin tanımı; yapılması planlanan her türlü tıbbi müdahale öncesinde müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından kişiye gerekli bilginin verilmesi şeklinde yapılmıştır. Bu bilgilendirme taraflar arasındaki ilişki gereğince hekimin bir borcu olup hekim bu borcunu muhatabın sosyokültürel düzeyine uygun, anlaşılır, mümkün olduğunca tıbbi terimlerden uzak bir şekilde yerine getirmelidir, hasta tam olarak neye rıza gösterdiğini bilebilmelidir. Aksi takdirde ortada hukuka uygun aydınlatmanın varlığından söz edilemeyecektir.
Aydınlatılmış onam nasıl olmalı sorusuna ilişkin ise Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 26. Maddesi şöyle cevap vermektedir: “Hekim hastasını sağlık durumu ve konulan tedavi, yöntemin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır.”
Ancak hastanın rızasının alınamadığı/rızanın alınmasının şart olmadığı birtakım ihtimaller de bulunmakta olup bu ihtimaller Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 26. Maddesi devamında belirtilmektedir. “Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır. Hekim temsilcinin izin vermemesinin kötü niyete dayandığını düşünüyor ve bu durum hastanın yaşamını tehdit ediyorsa, durum adli mercilere bildirilerek izin alınmalıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda, hekim başka bir meslektaşına danışmaya çalışır ya da yalnızca yaşamı kurtarmaya yönelik girişimlerde bulunur. Acil durumlarda müdahale etmek hekimin takdirindedir. Tedavisi yasalarla zorunlu kılınan hastalıklar toplum sağlığını tehdit ettiği için hasta veya yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamı alınmasa da gerekli tedavi yapılır.”
Aydınlatmanın kapsamı somut olayı göre daralabilir ya da genişleyebilir. Örneğin acil durumlarda aydınlatmanın kapsamı daralabilir; hastanın talebi, müdahalenin mesleki yönden önemli organlara ilişkin olması ya da estetik ameliyatlar gibi hallerde aydınlatmanın kapsamı genişleyebilir.
Aydınlatmanın varlığı ve kapsamı noktasında ispat yükü hekim ve hastanededir. Bu nedenle ispatın birtakım istisnalar dışında (doku/organ nakli gibi) sözlü de yapılabilme imkanı olsa da yazılı şekilde olması hekim ve hastane açısından daha lehe olacaktır.
Aydınlatmanın hukuka uygun olduğunun ispatı noktasında aydınlatma formunun içeriği ve matbu olup olmaması da önem taşımaktadır. Yargıtay’da matbu ve herkes için aynı maddeleri içeren aydınlatma formlarının gerekli aydınlatmadan yoksun olduğu görüşü hakimdir. (Yargıtay 13. H.D. 2016/7094 E. 2019/3740 K)
Aydınlatma yükümlülüğü hekimin üzerindedir, hasta hekimden bilgi alma hakkına sahip olup hekim bu yükümlülüğünü hemşire yahut başka bir sağlık çalışanına devredemez. Hekim sadece Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 18. Maddesinin sağladığı imkan çerçevesinde zorunlu hallerde başka bir hekimin aydınlatmayı yapmasını isteyebilir ancak aydınlatma esnasında bu durumun da hastaya belirtilmesi gereklidir.
Hukuka uygun bir aydınlatmadan bahsedebilmek için; teşhis, tedavi, değerlendirme ve karar süresi tanıma, başarı şansı, sağlığa yönelik tehlikelerin nasıl önlenebileceği, hastanın nasıl davranması gerektiği, tedavinin muhtemel yan etkileri noktasında hasta anlayabileceği şekilde bilgilendirilmelidir.
Hastanın açık bir şekilde aydınlatmadan vazgeçmesi,
Hastanın hayatının tehdit altında olması ya da hastada ciddi bir eksiklik meydana geleceği risklerinde acil müdahale yapılması,
Tedavisi olmayan ya da kanser gibi hastalıklarda bilgilendirmenin hastayı psikolojik yönden sarsarak hastalığı artırması veya tedaviyi olumsuz etkilemesi,
Hastanın önceden bilgilendirilmiş olması,
Hastanın hayatını kurtarmanın mümkün olmadığı durumlarda hastanın acılarını dindirmek maksatlı yapılan müdahalelerde aydınlatma yükümlülüğü ortadan kalkabilmektedir.
c) Müdahale Meşru Bir Amaca Yönelik ve Tıbbi Standartlara Uygun Olmalı
Tıbbi müdahalenin kişilik haklarına meşru bir müdahale olması için hem tedavi aşamasında hem de teşhis aşamasında gerekliliği şarttır. Hekimin, teşhis, tedavi ve hastalıktan korumaya ilişkin yapacağı tıbbi müdahaleleri endikasyon (gereklilik) şartını taşımalıdır. Bu şartın istisnası olarak ise estetik ameliyatlar gibi hastanın talepleri, adli muayeneler örnek gösterilebilir.
Hekim, tıbbi müdahaleyi yaparken hastanın zararına olabilecek her türlü eylemden kaçınmalı, güncel tıbbi standartlara uygun ve tıbbi özeni göstererek müdahaleyi gerçekleştirmelidir. Bu şart Hasta Hakları Yönetmeliğinde;
Tıbbi Gereklere Uygun Teşhis, Tedavi ve Bakım Madde 11- “Hasta, modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak teşhisinin konulmasını, tedavisinin yapılmasını ve bakımını istemek hakkına sahiptir.”
Tıbbi Özen Gösterilmesi Madde 14- “Personel, hastanın durumunun gerektirdiği tıbbi özeni gösterir. Hastanın hayatını kurtarmak veya sağlığını korumak mümkün olmadığı takdirde dahi, ıstırabını azaltmaya veya dindirmeye çalışmak zorunludur.” Şeklinde ifade edilmektedir.
Hekim kendi branşı ve uzmanlığından olan bir hekimin göstermesi gerekli özeni göstermelidir, hukuku aykırı bir tıbbi müdahalenin bulunup bulunmadığı noktasında çalışılan ortam, ortamın fiziki ve teknik imkanları da göz önünde bulundurulmalıdır.
Hekim, yukarıda belirtilen tüm şartların sağlandığı, gerekli aydınlatmayı yaparak ve kendisinden objektif olarak beklenen özeni ve dikkati göstererek, hukuka ve tıp biliminin zorunluluklarına uyarak tıbbi müdahalede bulunduğunda meydana gelecek zarardan sorumlu olmayacaktır ancak hastanın rızası dâhilinde bile olsa hukuka ve tıp biliminin zorunluluklarına aykırılık taşıyan hallerde oluşabilecek zararlardan sorumlu olacaktır. Hukuka ve tıp biliminin gerekliliklerine uygun hareket ettiğini ve kusurunun olmadığı ispat hekimdedir.
Sağlık hukuku kaynaklı uyuşmazlıklar karmaşık ve çok boyutlu bir alandır. Hekim sorumluluğu, tazminat talepleri ve idare sorumluluğu gibi unsurlar üzerinden çözülür ve bu süreçte hukuki destek önemlidir. Eğer İzmir'de sağlık hukuku uyuşmazlığı ile ilgili bir avukata ihtiyacınız varsa, MDK Hukuk Bürosu size doğru ve güvenilir bir hukuki yol haritası sunacaktır. İzmir'deki avukatlarımız, sağlık hukuku ve tıbbi hata davalarındaki deneyimleriyle, hekim sorumluluğu ve tazminat talepleri gibi karmaşık konularda size yardımcı olmaya hazırdır. **[İzmir Sağlık Hukuku ve Malpraktis Avukatı]
Detaylı bilgi ve işlemlerinizin yürütülmesi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Saygılarımızla;
MDK Hukuk ve Danışmanlık